Camdan akan su damlası...çizdiği belirsiz yolu takip ediyorum merakla. Kendimi hatırlatıyor belki bana. Çünkü bende belirsiz bir yoldayım...
Sıradan bir liseydi aslında; o lisenin iki öğrencisiydik bizde hayalleri birbirinden oldukça farklı... Belki sadece şehirler aynı. Sonra o büyük sınav günü geldi. Beklediğin gibi değildi pek sonuçların. Tercih yapmak istemiyor dedikoduları aldı yürüdü ortalığı. Tercihlerimi teslim etmeye gittiğimde, sırada gördüm sonra seni. Orada görmek nedense mutlu etti beni. Halbuki pek de hoşlanmazdık birbirimizden.Yanına gelip selam verdiğimde yaptık işte bir şeyler deyip geçiştirdin. Zorlamadım seni...Bu kadar zamanda gördüğüm, öğrendiğim tek şey bundan nefret ettiğin. Bunu en çok bilenlerden biriyken, bu hatayı yapmam ne büyük çelişki...
Okul açıldığı gün ne kadar yabancıydın çevreye; burda olmamalıyım der gibi bakıyordun herkese, her şeye... Seni yalnız bırakmak istememiştim. Her seferinde seninle daha çok uğraşıyor, erkek çocuğu gibi kısacık kestirdiğin saçlarını mıncıklıyordum. Sense bana vururken yalnız bırak beni diye haykırıyordun. Halbuki gözlerin bundan ne kadar çok korktuğunu anlatıyordu.
Günler geçtikçe, çevreye okula alışmaya başladın.Yüzünün renginin değişimini gördüm. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar azaldıkça mutluluğun artmaktaydı sanki. İkinci yılımızdaydık, sen anlamsız bir mutluluk içindeydin. Uzaklaştım sonra senden, çevrenden. Seni başkalarından dinledim, çok da önemsemiyormuş gibi numara yaparak...
Önemsemiyor gibi davranıp, senin hakkında bilgi topluyordum. Arkadaşımdın, önem veriyordum sana. Bir gün ilişkin olduğunu öğrendim. Nasıl mutlu oldum bilemezsin, haketmiştin diye düşündüm. Örtmeye çalışmak böyle bir şeymiş ben o gün öğrendim. Ertesi gün okula giderken bankta gördüm sizi. Gözlerinin parıldamasını gördüm. Beni görmemen için koşmaya çalışırken ayaklarımın nasıl kitlendiğini, yalpaladığımı gördüm. Beni görsen söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu. Kaçmayı, uzaklaşmayı tercih ettim belki de bu yüzden... Eve geldiğimde sırt çantamı kaptım ve geride bir not bıraktım. "birkaç gün uzaklaşıyorum beni merak etmeyin." Bu birkaç gün iki haftaya yakın sürecekti. Okuldakiler merak etmeye başlamışlardı. Sanırım bu arada sen de beni merak edip sormuşsun. Sonra okula döndüm. Beni görünce koşarak yanıma geldin, merak ettim nerdeydin dedin. Ben seni birkaç cümleyle geçiştirdiğimde hayal kırıklığıyla baktın gözlerime...
Üçüncü seneye geldiğimizde ise olabildiğine az karşılaşıyorduk. Gruplarımız, seçmeli derslerimiz farklıydı. Erasmus öğrenci listesinde adını gördüğümde şaşırdım. Kazanmıştın ve ikinci dönem gidiyordun. Ağzımdaki tat bildikti, adı da... Adını bilemedim, belki de bilmek istemedim. Sadece hatırladım. Seni bankta gördüğüm gün ki gibi... Acımtrak ve ekşi...
Birkaç gün sonra karşılaştığımızda gidiyormuşsun dedim. Evet dedin, bazen gitmek iyidir. Halbuki mutlu gözükmüyordun. Sonradan öğrendim erkek arkadaşınla yaşadıklarını, ne kadar yıprandığını. Neden bilmiyorum ilk defa tekrardan yanında olmayı istedim. Okşadığım, uğraştığım saçlarının beline kadar geldiğini o gün farkettim. Aradan geçen zamanı, kaybettiklerimi gördüm. Sonra gidinceye kadar hep birlikteydik; her an, her dakika...tıpkı eskisi gibi...nasıl da özlemiştim o günleri.
Uçağa binerken seni ben uğurlamıştım. Aileni istemedin havaalanına, ağlarım bahane uydur dedin. Bana hep güvenirlerdi. Valizlerini alırken, babana aldığım gibi getireceğim merak etmeyin dedim. Arabada nasıl da ağladın... taa ki burnun kıpkırmızı olana kadar...Pasaport kontrolünden geçerken arkana dönüp baktın bana. Gitmesen olmaz mı diye geçirdim içimden... Dudaklarım ise ne kadar güzel zaman geçireceğinden bahsetti durdu. Sonra ama sen yoksun deyiverdin. O an seni yalnız bırakmamaya söz verdim.
Almanya'dayken de konuşmaya devam ettik. Oraya da alıştın bir süre sonra. Daha az konuşmaya başladık. Daha sonra mesajlarla yetinmeye başladım. Güzel haberlerinle, fotograflarınla...Sonra...Sonra Ece girdi hayatıma...
Anlatmak için gelmeni bekledim. Hoş olmazdı böyle anlatmak. Geldiğinde havaalanında karşıladım seni. Tıpkı söz verdiğim gibi teslim ettim babana. Hala havaalanındaki boynuma atlayışını unutamam... Bu arada bir türlü Ece'yi anlatamadım sana. Sürekli birlikteydik ama hep kalabalıktı çevremiz. Sen gördüklerini anlatmaya o kadar koyulmuştun ki sıra bana bir türlü gelmiyordu. Her seferinde bana dönüp iyi ki varsın beni yalnız bırakmadın deyip elimi tutuyordun. Birisi sana bu kadar güzel şeyler söylerken yapılabilecek en zor şey ona hayatımda biri var demektir. Bende yapamadım, söyleyemedim sana. Zaten Ece'de burda değildi nasıl olsa gelinceye kadar anlatırım diye düşündüm. Her geçen gün daha da zorlaşıyordu, ben farkında değildim. Sonra senle konuşmak istiyorum diyen mesajın geldi. Bağırıyordun bana. Neden bana söylemedin diye. Sonunda duymuştun. Birileri benim sana bunu söylemem için gereken zamanı bize tanıyamamıştı. Anlatmaya çalıştım. Kendimce anlattım da ama dinlemediğinden o kadar emindim ki... Neden şimdi dedin bir an..tam da.. Ne dedin diye sordum yok bir şey dedin çektin gittin.
Sonra..sonrası malum gene tanımıyormuş gibi davranmaya başladın. Sorduğumda da geçiştiriyordun, yok bir şey diyordun. Bu arada Ece geri dönmüştü ve bendeki değişikliği sorguluyordu. Çevreden duyduklarıyla birlikte büyük bir kavga ettik. Sen farkında değilsin diye haykırdı bana. Zaten bir tek sen farkında değilsin. Çabaladım, o burda yokken herşey ne kadar güzeldi. Ama olmadı bak, ben buna dayanamam. Bu ilişkide arada kalan ben değilim, sensin. Sen kendinle aranda sıkışmışsın. Önce kendini tanı bence, her gün kendinden kaçmayı bırakırsın belki böylece..."
Aradan geçen hafta boyunca düşündüm. Ayrıldığımızı duymuş beni teselli etmeye çalışmıştın hala kızgın olmana rağmen. Derken boynuna sarılmıştım bir gün. Ne kadar duygusal oldun sen böyle diye dalga geçmiştin benimle. Halbuki ne kadar da şaşırmıştın. Bir süre araya mesafe koydun, hastayken eve geldiğin güne kadar.
Annem misafirle ilgilenirken yemeği ben götürürüm demiştin. Hayatımda yediğim en lezzetli yemekti sanırım. Bütün istediklerimi yaptırmıştım sana. Limon, karabiber, çok sıcak, şimdide çok soğuk...Hiç ağzını açmadın. Hastalığına dua et dedin sadece. Kaşık ağzıma yaklaşırken, seni seviyorum deyiverdim. Çorbayı bitir getirim dedin. Bense yüzüne bakıyordum. Anlık bir sessizlikle kaseyi sehpaya bıraktın, ben artık gitmeliyim dedin. Evden çıkarken anneme yine gelirim dedin, halbuki gelmeyeceğini ikimizde biliyorduk.
Okula geldiğimde ilk işim seni bulmak olmuştu. Niye gelmedin dedim; hasta değildin ki notları da benden çektirirsin diye geçiştirdin. Arkadaşlarımızın yanında aynıydın ama yalnız kalmamak için çaba gösterir gibiydin. En sonunda bir gün not alma bahanesiyle evinize gittim. Kapıyı baban açtı evden çıkmak üzere olduklarını ama senin evde olduğunu söyledi. Tam sana sesleneceklerdi ki rahatsız etmeyin ben çıkarım dedim. Annenler evden çıktığında ben kapıyı nasıl çalacağımın ve sana ne söyleyeceğimin hesabını yapıyordum. Her seferinde vazgeçiyordum. Sonra mutfağa inip çay yaptım, senin en sevdiğindi. Kapıyı çaldım, gel anne dedin. Aralıktan fincanları gösterip misafire yer var mı diye sordum. Sessizlikte ne diyeceğini düşündün, zoraki sevinç kattığın sesinle gel tabi dedin. Okuldan konuştuktan sonra sence de artık konuşmamız gerekmiyor mu diye başladım söze. Ne konuşucaz ki dedin. Aslında sen hep böyleydin var olan şeylere bozulur sonra yokmuş gibi davranırdın. Anlatmaya başladım herşeyi. Sessizce dinledin. Ne diyeceğini bilemedin. Seni zorlamak istemedim defterimi aldım ve evden ayrıldım. Bu arada mezuniyet yaklaşıyordu ve biz konudan hiç bahsetmiyorduk. Kimle geleceksin diye soranlara adayım yok ki sende yalnızsan seninle giderim diyordun. Halbuki sen de biliyordun kimse olmadığını...
O gün kapınızda arabayı park ederken kalbim yerinden çıkabilirdi. Kapıyı çaldım ve yine baban açtı kapıyı. Henüz hazır olmadığını söylediğinde içerde muhabbete başlamıştık bile. Ne de çabuk büyüdüğümüzden bahsedip üzerine kadınlar hakkında küçük dedikoduyla devam etti konuşmasına. Okulun bittiğinden bahsedip biri olup olmadığını öğrenmek için ağzımı aradı. Telaşla ağzımdan yok diye çıkıverdi. Ben şaşkınlıkla ne dediğimi düşünürken, baban ne de güzel olmuş benim kızım deyiverdi. Arkama döndüm ve seni gördüm... Ağzımdan çıkabilen tek şey ne güzel olmuşsundu. Bakıyordum sana, sen ise gülümsüyordun. Baban hatırlatmasa sanırım geç kalırdık. Elini mi tutayım, koluna mi gireyim bilemedim. Yolu gösterebildim sadece sana, sanki kaç yıllık evini bilmiyormuşsun gibi...Arabaya bindiğimizde iyi misin diye sordun. Ben niye sorduğunu anlayamamıştım ama iyiyim dedim. Arabadan indiğimizde koluma girdin. Hadi bakalım eğlence başlasın dedin. Beni nasıl da biliyordun... Bütün gece eğlendik. Farklıydın o akşam, kafamı ne zaman çevirsem göz göze geliyorduk. Gece bittiğinde daha doğrusu günün ilk ışıklarıyla seni eve bırakırken, eve gitmesek olmaz mı dedin. Deniz kenarına gitsek mesela çay içsek... Olur dedim. Arabayı park ettik ve çaylarımızı söyledik. Korkularını, okuldan sonraya dair hayallerini anlattın. Sonra omzuna yatabilir miyim dedin ve cevabımı beklemeden uyumaya başladın. Uzun süre seni izledim. Bu yüze ne kadar zamandır bakıyorum diye düşündüm. Ne kadar zamandır aşığım...Hatırlayamadım. Sonra uyuyakalmışım. Sesini duydum; burnumun dibindeki gevrek kokusuyla gözümü açtım. Günaydın uykucu uyan artık dedin. Arabada kahvaltı yaptıktan sonra eve bıraktım seni. Yanağıma kondurduğun öpücükten sonra teşekkür ederim dedin. Sarıldın. Her şey için diye ekledin. Salakça sırıtmak neymiş o gün öğrendim ben arkandan bakarken...
Okuldaki grup tatil planı yapmıştı. Gidelim mi diye aradın beni. Olur dedim. Ben sana hiç hayır diyemedim ki. Otobüse binerken kolumdan tutup çektin yol arkadaşım benim diye. Yol boyunca konuştuk, uyuduk. Fazlasıyla rahattın, rahatlığın sayesinde bende rahattım.
Akşam otele dönerken hadi çay içelim diye tutturdun. Gruptan ayrılıp limanda yürümeye başladık. Bir an durduk önüme geçtin elimi tuttun ve yürümeye başladın. O an sımsıkı tuttuğum eli bırakmamaya söz verdim kendime...
Milat o tatildi bizim için. İkimizde harika vakit geçiriyorduk. Mutluyduk. Sonbaharda iş başvurularına başladık. Ben burda iş bulabilmiştim, sen bir türlü istediğin gibi bir şey bulamıyordun. İstanbul' a gitmek istediğini söyledin. Biz ne olacağız dediğimde ben seni seviyorum, ayrılmamız gerekmiyor dedin. Başvurularını yaptın ve iki ay sonra cevap geldi. İşe başladın. Benimse aklım hep sendeydi, sürekli arıyordum, üç haftada bir yanına geliyordum. Başta hoşuna giden bu ayrıntılar bir süre sonra canını sıkmaya başladı. Bir gün sen bana güvenmiyorsun dedin. "Zorluyorsun beni. Ben seni bu kadar severken, kırılıyorum...İçimdekileri tüketiyorum. Birbirimizi o kadar iyi tanıyoruz ki, birbirimiz gibi olmaya başladık. Bu da bize önemsediğimiz ayrıntıları göstermez oldu. Daha sağlıklı devam edebilmek için, birbirimiz için önemimizi hatırlayabilmek için belki de en iyisi ara vermek...Bu süreçte tabii ki görüşelim, konuşalım ama arkadaş gibi."
Tamam dedim, senin için böyle iyiyse böyle olsun. Ben sana hiç hayır diyemedim ki...Otobüsüme uğurladın beni. İnince haber ver diye ekledin. Halbuki aradığımda ne konuşacağımı bilememiştim. Sonra ki görüşmelerde de aynı sorunu yaşadım hep. Seni görmek beni mutlu ederken, arkadaşlık oyununu oynamak ne de can acıtıcıydı...
Aradan üç ay geçti...Ve ben yan koltuğunda bir demet papatyayla eski bir otobüsteyim. Sana geliyorum. Bir su damlası insana bunları yazdırabilir mi diye düşünebilirsin... Bir su damlası insanı geçmişiyle yüzleştirir, pişmanlıklarını açığa çıkarır, hayatın farkına vardırır. Yolları bağlar, yan koltuktaki papatyayı büyütür. İki kıtayı birbirine bağlar; tıpkı beni sana bağladığı gibi...