4 Nisan 2011 Pazartesi

sığınak

     Uzun zamandır uyumadığımı farkettim gözlerimi açtığımda; gözlerim kapalı yatıyor olmamın uyuyor demek olmadığı zaten aşikardı. Beyaz duvarları görünce kaç odalı olduğunu bilmediğim beyin evim yerine, kendi odamda buldum kendimi. İşin tuhaf tarafı nedense şaşırdım bir de buna...
     Gelen bahara ihanet eden hava, hayattaki belirsizliklerle acemice yarışıyordu.Yataktan kalkmanın ne kadar zor olduğunu düşündüm ve yüzümü diğer tarafa döndüm. Çevirdiğimde gördüğüm duvar değil, çok odalı beyin evime girişin anahtarlarıydı. Ve yapılabilecek en güzel şey hızlı hareket edip, girişi görmemiş gibi davranmaktı. Hız herşeyi kapatabilirdi.
      Evet artık uyanmıştım yani öyle olduğunu sanıyordum. Koridorda ilerlerken mutfağa mı odaya mı daha yakın olduğumun hesaplarını yapıyordum. Gözüm, aklım tek bir şey arıyordu...minik bir bahane...Görmek isteyen gözün arayıp bulabileceğinden...Ayaklarım ise bu kafa karışıklığına ihanet edercesine yıllardır yaptığı, artık düşünmeye bile ihtiyaç duymadığı motor hareketlerini inatla yapıyordu.
     Sonra gözümün değil ama burnumun duymayı isteyebileceği şeyi duyduğunu farkettim. O güzel kokuyu, babannemin sobanın üstünde yaptığı mis gibi kızarmış ekmeklerin kokusunu... sıcacık ve samimi... Yanındaki notu farkettim sonra "Kendini önemsemen gerektiğini unutma. O yüzden bari bugüne kahvaltıyla başla." Yeni demlenmiş çayın taşan sesi kendime getirdi beni. Dalgınlıkla aldığım demliğin elimde oluşturduğu izle hala uyanamadığımın farkına vardım. Çayı bardağa koyarken, demlikteki yansımama baktım. Gülümserken buldum kendimi; küçükkende demliğe yaklaşıp uzaklaşarak şekil değiştiren yüzüme bakıp dururdum.
     Çayımı alıp camın kenarına yaklaştım. İnsanların yetişme telaşlarına, hayatlarına, izleyici olarak dahil oldum. Hepsi hakkında hikayeler  uydururken buldum kendimi. Başkaların hayatlarını yönetmek ne kolaydı. Sonra onlar kısa süreliğine de olsa benim yarattığım şekilde, benim oyuncularım oluvermişti. Ve ne iyi niyetli bir senarist olan ben, hiçbirine kötü rol biçememiştim. Kötü ne diye içimden geçirmeyi unutmadan...
     Kızarmış ekmeklerimle ceketimi alıp balkona çıktım. Atıştıran yağmur damlalarını izlemek için. Karşıdaki müstakil evde oturan tüm gününü örgü örerek geçiren  teyze  ayıplayan gözlerle bakıyordu bana ,tıpkı geçen gün pamuk şeker yerken gördüğündeki gibi...Gözleri her seferindeki gibi ısrarcıydı ama bu sefer ben onlara acemi değildim; onun gibi yanıtladım bakışlarını. Görülmekten ve görülebilir olmaktan  ağır gelen yük onu rahatsız ettiğinden olsa gerek tam da el sallamak için elimi kaldırdığımda yüzüme kabaca inen perdeyle yüzleştim, dünyaya tül perdenin deliklerinden bakmaya devam eden iki kahve gözle birlikte...
     Çayımı yudumlarken yağmur da hızlanmıştı. Yağmurdan kaçan insanları izlemeye başladım. Arayana hikaye boldu. Ne kadar tuhaf yaşamlarımız vardı. Doğa üzerinde, birbirimiz üzerinde hakimiyet kurmaya çalışır, hatta kurar; güçlü olduğumuzu iddia ederdik. Sonra beklenmedik bir şey olduğunda hemen sığınaklarımıza koşuverirdik. Çocuğun annesine, siyasetçilerin halka ve insanların tentelere koştuğu gibi... Kocaman dalgalarla baş eden insanın minik yağmur damlalarıyla savaşamaması komik gelirdi bana...
     Karşıdaki ağaç ve ben idim yağmura rakip olduğunu iddia eden...Yağmur yağdıkça daha da yeşillendi ağaç. Kendini yeniden yarattı, parıldadı, güzelleşti. Yağmur insanlara hep iyi gelmişti. Kirin, maskelerin bir gün düştüğünün, temizliğin en büyük kanıtıydı...Ağaçla birlikte yağmurla yarışmaktan vazgeçip, yenilenmenin, baharın keyfine vardık...
     Hayatta hep büyük nedenler arıyorduk; adımlar atmak, açıklamalar yapmak için. Büyük nedenlerin büyük açıklamalar yapmamıza yardımcı olacağını düşünüyorduk. Halbuki ne yaman çelişkiydi...Harika nedenlerimizi minicik sineklerle bulandırıyorduk. Belki de sırf bu yüzden bunaltılarımızı da minicik nedenlerle renklerdirmeyi başarmayı öğrenmek lazımdı...
     Tıpkı kızarmış ekmek kokusu gibi, ıslanmadan ıslanan insanları izleyip; balkonun ne güzel bir sığınak olduğunu içimden geçirirken "zarar da görebilirsin ama mutlu da olursun; hayattasın ve kaçışın yok" deyip inatla yüzüme düşen yağmur damlaları gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder