27 Ocak 2011 Perşembe

hani

fon müziği gibi
insanların dikkatini çoğu zaman çekmeyen belki
yokluğunda damağında eksiklik tadı yaratan hani;

adının eksikliği olduğunu söyleyip de
eksikliğin adını söyleyememek hani;

arka plan resmi gibi
olmayan ortamları varmış gibi göstermek belki
olunamayanlara aitmiş gibi oynamak hani;

rol yapmanın en büyük oyun olduğunu öğrenip de
oyunun rollerini bir türlü paylaşamamak hani...

25 Ocak 2011 Salı

fincan

sıcak buharla geldik kendimize
aldığımız her yudum gerçeğe yaklaştırırken bizi
sonlardan korkmayı öğrendik
tıpkı  çayın soğumasından korktuğumuz gibi

her başlangıç bi önceki sona dairdi aslında
sonlar olmalıydı ki
yeniden yaratma olsun
yenilenme olsun;

her bahar kışa inat açan çicekler
sonbahar sonundaki yıkımın toparlanması değil miydi...

sonra
fincanın dibindeki ılımış çaya baktı,
kararsızlığın yansımasını gördü
nereden baksan
bir tatlı kaşığı renkli suydu...

esen soğuk rüzgar işaretçisi oldu belki değişimin
ve derin bir nefesle birlikte
son yudum...

24 Ocak 2011 Pazartesi

akvaryum

en küçüklerinden hani
tek balığa ait olanlardan
onlardan biri işte;

tekil yaşamlara alışmış
akvaryumun camından bakmış dışarı
hezimetinden kaçarken dünyanın;
el sallamaktan başkası gelmemiş elinden
izlemiş sadece dünyayı...

kimi demiş ki
söyle istediğini nasıl olsa
hatırlamaz;

insanlar sevinçle anlatmış herşeyi cam bir yüzeye
insanların veremediklerini
cam bir kutudan beklemeye başlamışlar
cam kutu aslında hepsiymiş;

şeffaf olmasına rağmen
kıvrımları asla net olmayan
dıştan fazlasıyla büyük olup,
gözde büyütülen...

bu dünyaların renksizliğinden şikayet edenler
renkli taşlar, yosunlar, yapraklar ekleyivermişler
düzene el atmışlar
dışardan bakanlar etkilensin güzelliğinden diye
güzel şeyler düşünülsün diye belki de;

değişmeyen tek şey unutulmuş meğerse,
zaman...

zamanla hepsi birbirine benzemeye başlamış
zaman renklerin parlaklığını azaltmış
ve sonunda her akvaryum ne kadar farklılaştırılmaya çalışılsa bile
kaderinin aynı olduğunu
yalnızlığının ve yalıtılmışlığının farkına varmış...

22 Ocak 2011 Cumartesi

renk

ne kadar çoksunuz diye düşündüğüm zamanlardan biri sanırım;

bakıyorum da aslında çoğu ne kadar silik
belki de hep öleydiler
ben onlara kendimden çok şey kattım sadece
çoğu zaman olanı olduğu gibi görmek yerine
görmek istediğim gibi görmenin
daha az kırıcı olduğuna inandım belki de;

bu yüzden sanırım
kendimden renk katmaya
olanı daha belirgin hale getirerek
kıymetli kılmaya
daha da büyütmeye çalıştım;

hala elimdekilerin gücüne inanmaya çalıştığım zamanlar bunlar sanırım;

hala kafa tutmaya çalışmam mesela
o kadar siyah olamaz diye söylenmem
diğerinin
çok kırmızı olmasına inatla karşı çıkmam gibi;

halbuki ne kadar kolay olurdu
her şeyi olduğu gibi görmek
her renkte minik pırıltılar aramaya çalışmadan
silik ya da keskin diyip
sadece onu kabullenmeyi
seçebilmek;

belki de hepimiz için daha az yorucu ve yıkıcı olurdu...

4 Ocak 2011 Salı

iki

günlerin önüne getirdiğimiz
"büyük" sıfatıyla
beklentilerimizin çapını belirleriz aynı anda

büyük kararlar, yeni başlangıçlar
hayata dair, geleceğe dair ...
iddialı sözler;


zaman geçtikçe görürüz ki
değişen biz değiliz aslında
sadece zaman..

sonra;
iddialı sözlerle eşitleniverir
değişmez gerçekler..

halbuki
kararlar almaktan öteye
odaklanmak lazım

İstemek lazım;
iddialar yerine değişmeyi istemek lazım

Korkmamak lazım;
değişmeyendeki değişeni bulmak lazım

İfade etmek lazım;
görmeyen gözlere dil olmak, kulak olmak lazım...

aslında
üç harften ibaret olmayan bi sesleniş bu
yoğunluğunun altında ezilen birazcık belki
pişmanlıklar...

ve sanırım
yılbaşı kartlarına yazılan
dilekler gibi
gülümseten
kocaman ve samimi laflar...

duyulmaktan hoşlanılan ama
hayattaki karşılığıyla pek ilgilenilmeyen...

hayal

yok gibi mi algılandı
bilemedim...
pembe panjurlar yerini
pembe püsküllere bıraktı sadece

duygulardaki düşünce arttı belki de
sağlam adımlar atmaya çabalarken
sağlam nedir ki diye
sorgulayamadık bile

hala kocaman hayallerim var
tıpkı küçük çocuğun evcilik oyunu gibi..
halatın bir ucunu bağladığım bugün
düğümü iyice sıkıştırdığım
çocukluk hayallerimle iç içe

o yüzden içimdeki çocuk
hala benimle
her seferinde
muzırca gülümsüyor bana
artık benim sıram dercesine
köşe başı sevdası hayalleriyle...

dip not: kuzum bu senin içindi:)

umut

parmakların arasından kayan saçlar gibi
ne kadar uzun olsa da
sonunun geleceğini bilmek gibi...

yalanlar söyledik  birbirimize
halbuki
umut mirasıydı hepimizin.

sonra yeni umutlar bağladık kıyılara
tarihlerini usulca fısıldayıverdik rüzgara
adını unutma dercesine..

kimi yarına dairdi kimi yıllara meydan okuyacaktı
günü geldikçe
salıverdik kıyıdan.

çocuğunu okula gönderen anne gibi
bakakaldık
çoğu zaman bakakalmaktı belki de yapılabilecek en güzel şey

sonra
birden sis bastı ortalığı
beklemek düştü bize..
sonsuz zamansız
rahatsız edici bekleyişler...

önce adlar, tarihler
sonra umutlar
yok oldu..
sonrasında ise
umutların dili lâl oldu...

örümcek ağı

minicik bir ritm...
zaman tünelinde yaşanan yolculuklar
anlamlandıramadığım
göremediğim
yaşanmış ne çok mutluluklar

baktığımda
elimde kalan buruk bir tebessüm halbuki
bunları sen yaşadın diye hatırlatmak istercesine

tuhaf zamanlar bunlar
tek kişilik kalkanların içinde sıkışılan zamanlar
buruk hüzünler
gereksiz duygulanımlar
gittikçe güçlendirilen kalkanlar

ne gereği var ki
uzaklaşmış hayatlara ya da farklı dünyalara dair
hayaller kurmanın..

yorgunluk  belki de
neye dair olduğu bilinmeyenlerden hem de..
bildiğim tek şey var
korkuyorum.

duymaktan görmekten
korkuyorum...
beni korur musun?

öğrendim ki

kimse için ucuz kahramanlık yapmamayı,
çoğu zaman aslında bunu kimsenin önemsemediğini,
yel değirmenine savaş açarken,
neleri kaybedebileceğimi;

kimseyi sevmek zorunda olmadığımı,
aynı şeylerden hoşlanan kişilerin çoğu zaman iki iyi arkadaştan fazlası olamayacağını,
beklentilerimi büyüttükçe,
hayal kırıklıklarımı da aynı oranda büyüttüğümü;

empatinin yalan  olduğunu,
insanların sadece çok renkli tek boyutlu gözlüklere sahip olduğunu,
belki de
akıllara asla ulaşamayacağımı;

dünyanın ne kadar kalabalık olduğunu,
ne kadar  çok insanla aynı dili konuştuğumu,
buna rağmen hala anlaşamadığımızı;

her kayıpta,
her vazgeçişte,
biraz daha kendime yakınlaşmayı,
hepsine rağmen mutlu olabilmeyi öğrendim.

belki de sadece kendimi kandırdım...

"ataol behramoğlu' na saygıyla:)"

sepya

farklılıkları kabullenmek zordur
varlığı ne kadar rahatsız ederse
yokluğu da o kadar tekdüzelik

halbuki renklerdir farklılık yaratan
tıpkı iki ucun arasındaki muhalif sepya gibi
kötü olan her şeydeki aydınlık gibi
gecenin ateşböcekleri gibi..

sonra bir an cümbüş kamaştırıverir gözümüzü
yoklarmış gibi davranırız.
mış gibi hayatlar yani.
mutluymuş gibi gözükmek
seviyormuş gibi dokunmak..

terazi

kimse kolay olduğunu iddia etmedi
öyle olabileceğini düşünmek
çocukluk düşlerinden farksızdı aslında
dışı ne kadar renkliyse
içi de bir o kadar sığ

o yüzden belki de
anlamak,
gerektiğinde
sınırlarla ölçü arasındaki eşsiz dengeye güvenmek...

nokta ve dün

noktalar sahiplerini yansıtırlar
kimileri daha büyük ve belirgin iken
kimileri daha siliktir.
çoğu zaman virgülle karıştırılır.
virgül olduklarını farkettiklerinde ise
noktanın karşısına geçerek
dünden bugüne seslenmeye çalışırlar
halbuki dün tarihtir
bugün zaten geçmiştir.

masal

önce derin bir sessizlik varmış
cadı bölmüş sessizliği
inanmayın demiş masallara
hepsi safsatadan başka bir şey değil
insanoğlu dayanamamış sormuş
peki nasıl kurtuluruz?
cadı vermiş cevabı
kapayın gözlerinizi
duymayın
önemsemeyin
hiç olmamış gibi yaşamaya devam edin

söz

yeni bir şey söylemek zordur çoğu zaman..
zorluk ağırlığındadır aslında,
taşıyabilmeyi gerektirir.
bunun yerine alıntıları tercih ederiz
cümlelerden hayatlardan alıntılar yaparız
nedeni onlar kadar iyisini söyleyememek mi
ya da
ait olanı sahiplenmekle,
sahipsiz bırakabilmenin
dayanılmaz kolaylığı mı?

gizem

Uğuru falan yoktur aslında
kendini öyle hissetmekten başka

küçük bir çocuğun şımarıklığı değil bu
zırhı belki sadece
gücü de yoktur zannımca

çevresine baktığı kalınlık arttıkça
bağlanılan şeylerin içine baktıkça
büyüttüğü derinlikle yüzyüze geliverir
apansızca..

sorsan anlamlandıramaz ne kendini
ne çevresini
her şey farklı her şey yabancı

belki de bu yüzden
hayata seçtiği aracı kendine de aracı...

...

söyleyecek çok şeyim olduğu için mi
yoksa belirsizlikten mi?
ya da her noktaya bir şeyleri bitirme kararıyla başlayıp
beceremediğim için mi devamı?
belki de sonlandırmayı sevmediğim için
noktanın keskinliğinden ve sonlu olmasından
noktaların belirsiz belirginliğine kaçmak
tekil hayatların mutsuzluk olduğunu içten içe bilerek
çoğul hayatlara yelken açmak mı?

düşünmeden konuşabilir miyiz?

bugün düşünmeden konuşayım istedim. gördüm ki insanlar duymaz olmuş gerçekleri. gözlere anlatmak lazımmış bazı şeyleri. önce hızlı adımlarla ama geçersiz bahanelerle gelip aynı hızla gitmeyi bilenlere el salladım, iliştirdiğim minik tebessümle sıradanlığını haykırırken yüzüne. sonra yanımda olanlara çevirdim yüzümü, kocaman gülümsemeyle baktım onlara. sanırım insanlara değerlerini anlatmanın "basit bir mimikten" ibaret olduğunu öğrendim