"okumak bazılarına yazmayı öğretirken bazılarına da yazmamayı öğretiyor"
insan aklı cidden tuhaf çalışıyor; düşünmemek, akıldakileri boşaltmak için önerilen şey önerilme nedeninden daha büyük hacime sahip oluveriyor. işini gücünü, varolma nedenini unutuyor.imgeler harflere, harfler sözcüklere ve cümlelere dönüşürken, şimdi tam tersi olsun diye çabalamaya başlayıveriyor insan. o yüzden belki de alıntıların gücüne daha çok inanmaya başladım.
yine ve yeniden...
...her şeyin geçip gittiğine yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?...
...neden rüya görürüz? her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? karmaşanın keşmekeşin hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir? rüyamızda birbiriyle ilgisiz görünen ayrıntıları bilincimiz önden gürültülü bir lokomotif gibi çekip bi yere, örneğin bir anlama mı götürür? yoksa ayrıntılar bilincimizin balonuna batan iğneler midir?...
...ölümden sonra bir hayat var ve sanki eşyalar onu yaşıyor. ilk günlerin can acısıyla ne yapılmışsa yapılmış sonra oradan hızla uzaklaşmış herkes. ama kaçtığın yerdesin yine. bu dünyanın acıları da tıpkı dünya gibi yuvarlak olduğunu kanıtlıyor...
...önce aşk vardır. hatırlamak da, acı çekmek de, sevgilimize verdiğimiz çiceğin fotosentezi de ondan sonra başlar...
... "söyledim ya" diye kestirip atmak ne aptalca bi davranış olurdu.. tekrarın ve hayatın gücünü reddetmek olurdu.hayat tekrarlardan ibarettir çünkü. hayatın gücü tekrarın gücüdür.günlerin, ayların, mevsimlerin gücü.tabi bir de şiirin gücü. şiirin tekrar eden dizelerinin gücü...
...birine aşık olunca ömrün boyunca onu aramışsın da sonunda bulmuşsun gibi geçmişini tekrar kurgularsın. basit tesadüfler aşkın ilahi gücünün işaretleri olur çıkar...sınır var mı? ilişkiler için gerçekten sınır var mı? varsa da ikinci sınıf sinema eleştirmenlerinin göremeyeceği sınır bu. insan severken basit sınıflandırmaların sınırlarını değil kendi sınırlarını görür, kendi sınırlarında dolaşır, kendi sınırlarına değer. benim bildiğim tek sınır bu...
...bizim büyük çaresizliğimiz ona aşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. asıl çaresizlik buydu...
...uzağımızdaki her şey biraz olağanüstüdür, olduğundan biraz daha fazladır...
...aklım bir dokuma tezgahı gibi mi çalışyordu, her ipten aynı kumaşı mı dokuyordum?...
...özgürlüğün kimse tarafından sevilmemeyi göze almak olduğunu söylüyordum. ne büyük söz! uç bakalm. sözcüklerden kendine kanat yapanları çok gördük biz...
...bu akışın devam etmesi için yaşıyoruz. yaşıyoruz. belki artık yokuş aşağı. sahip olduklarımızı, en başta da o baş döndürücü, o hoş yüksekliği kaybederek.ama yaşıyoruz...
...gerçek mi? kendisi de sayısız insan tarafından anlatılmış sayısız hikayeden ibaret olan gerçeği kim bilebilir ki?...
...yıldızlı bi gecede, gökyüzünün altında kendini acemi ve çaresiz hissedersen, bu yıldızlara bakarak başka şeyler düşündüğün içindir.yıldızlara bakarak sadece yıldızları düşünmek gerekir...
...yaşamak aslında birbirinden kopuk yaşantılar arasında bağlantılar kurmaktır.bir hatırayı diğerine bir fotograf albümü değil yaşayan bir insan bağlar...
...çevresindeki insanların ipiyle sarmalanmış olarak ama yine de onlardan bağımsız, kendisi için...hayatı, büyük çaresizliğimizi, nihayet anladığımızı düşüneceğiz. içimizde bilmediğimiz bir şeylere isyan etme isteği doğacak...
"...uzaktakini çağırıyordu, en uzaktakini
mevsimlerin tekrar edemediği bir şeyi çağırıyordu.
gelmesi mümkün olmayanı.
ve bir adım öne çıkıyordu mayıs.
derindekini çağırıyordu, fırtınayı, tekneyi,
yokluğu fark edilmeyeni.
iyiliği çağırıyordu cücelerdeki, kamburlardaki,
kendi içine kıvrılanı çağırıyordu.
gökadaların, çiçeklerin her şeyi içine alan sarmalını.
parmağının ucuyla aşka dokunuyordu.
bir yıldızın ucuna dokunur gibi yanıp sönen.
yürüyordu sonra, birbirine açılan sokakların,
meydanların,pazaryerlerinin ezberlerini bozuyordu:
darmadağınık bi şarkıydı, çağrısı.
yürüyordu, koşuyordu kreşendo toz duman.
ne kadar eşlik etse de keman, dile gelmiyordu acısı..."