insan kırıklıklarının boyutlarını hesaplayamadan kendiyle yüzleşemiyor. bastırdığı yaşantılarla, hayatındaki gölgelerle yaşamaya devam ediyor.
sabah uyanıyor, günü geçiriyor. akşam eve geliyor. beyninin sesini duymamayı bi türlü başarıyor. taa ki gece yatana kadar.
tek başına kaldığında onunla konuşacak birinin kalmadığını fark eden iç ses, konuşmak için doğru zamanın geldiğini farkedip konuşmaya başlıyor. konuşabildiği ya da daha doğrusu umursanabildiği tek zamanlar bunlar çünkü.
ne kadar naif bi istek aslında.
çoğu zaman sağa ve sola, sonra tekrar sağa ve sola dönerek sesin susturulabileceği düşünülüyor. gözler kapatılıyor. halbuki kulaklarını tıkamanın bile işe yaramadığı bi konuşmada gözlerini kapamak; tahta kılıcın insanları yenebileceğine dair inancın çocuksuluğuyla eşdeğer...
bazılarımız konuşmayı ya da cevaplamamayı seçtiğimiz bu dili ehlileştirmeyi başarabiliyoruz. insanoğlunun en büyük başarısı, başa çıkamadığı şeyleri ehlileştirmesi! zaten.
bu eğitimle istediğimiz zaman konuşma, diğer zamanlarda susma hakkı tanıyoruz. iç sesimize telefon muamelesi yapıp, karar veremediğimiz anda ondan medet umuyoruz.
halbuki yüzleşmediğin her an, yaşantı, kişi limandaki zincir halatın olmaktan öteye gitmiyor. paslanıyor küfleniyor ama aşınmıyor. içten içe kendine zarar veriyor. yeni adımlar atabileceğine dair beslediğin her umutta bi anda beliverip, çocuk edasıyla "cee eee"diyor. napıyorsun köklerine dön de bak. sen bana mecbursun.
yokmuş gibi davrandığımızda aklımızın gerçeğiyle, geçmişin ve anın gerçeği arasında sıkışıp kalıyoruz.
bu yüzden kırıkları süpürmenin zamanının geldiğine gerçekten inandığımızda değişim başlıyor. kırıklıkların bizi var eden şeyler olduğundan emin olabildiğimizde "cee eee" lere cevap verebilir hale geliyoruz sanırım...
not: uzun süredir yazmamanın iyi olduğuna dair inancımı kıran not kendileri:)
çok önce yazılması gereken, yazmaktan kaçınıldığı için beynin yüklü dehlizlerinde unutulmaya hapsedilmesinin yararlı olduğuna inanılan bi not bu... yazmamı isteyen kişiler elbette önemli ama asıl bi cümle belki de kelimelerin hapsedilemeyeceğine dair inancımı pekiştiren;
"anlamlandıramadığımız haller içindeyiz, hem de ilk defa bu kadar farkındayız"